Bir yerlerde bir fenâlık olduğunda, bu dünyada yalnızca hayrete memur kılınmış gibi, bu nasıl olur diye feryâd edip lanetler yağdırarak o fenalığı kendinden fersah fersah uzaklaştırıp kendini temize çekmeni gerçekten takdir ediyorum. O fenalığı yapanı hangi işkencelerle cezalandırıp nasıl bir ölümü layık gördüğünü tartışarak yüreğini soğutabilmeni de gerçekten takdir ediyorum. Kendinden ummadığın, aklına bile getirmediğin bir belâyı, dünyanın bir yerinde, bir başkasının eti titremeden, yüreği sızlamadan birine revâ görmesi seni dehşete düşürüyor, haklısın. Üstelik bunu yaparken utanmıyor, hem pişman da olmuyor. Ama sen öyle misin? Senin kudretinin sınırları birine bir zarar vermemek, bir kötülük düşünmemek ile çizilmiş. Nasıl bir bahtiyarlık, değil mi?
Aslında söylemek istediğim şu ki, ben, orda burda olup biteni, senden bağımsız bir şeymiş, senin hiçbir kabahatin yokmuş gibi kabul etmene tahammül edemiyorum. Bundan yalnızca iki yıl evvel çalıştığım okulda birden fazla meslektaşımın, bir çoğu aile içinde ağır vakalar yaşayan çocuklar için "Bunların hiçbirinden adam olmaz. Devlet alsın bunları okuldan, bizim de vaktimiz boşa gitmesin. Eğitime engel oluyorlar!"diye isyan ettiğine, okul müdürünün "Siz okula gelmeyin, biz sizi mezun ederiz." diye onları sokaklara saldığına defalarca şahit oldum. "Bunlara yüz veriyorsun, bunun abisini / ablasını okuttum, ailecek böyle bunlar." uyarısına kaç kez maruz kaldım bilmiyorum. Çünkü bu çocukların sebep olduğu her fenâlık, bizlerden beri. Bu çocukların anneleri ya da babaları tarafından hortumla, demirle dövülmeleri, sokaklarda zorla çalıştırılmaları, babalarının ya da abilerinin madde bağımlısı olması, uyuşturucu satın almak için para bulamayınca evdeki kadına bıçak çekmeleri, bu çocukların ilerde dönüşecekleri insan üzerinde hiçbir tesir bırakamaz, değil mi?
Bir yetişkinin bile baş edemeyeceği vakalarla çok erken yaşlarda yüz yüze gelen burnumun ucundaki bu çocukların sonradan dönüşebilecekleri şeyin, sebep olabilecekleri fenâlıkların örneklerini görmek beni kahrediyor. Her güne başka bir acıyla başlıyoruz. Sebep olana bedduamızı edip kutsal vatandaşlık görevimizi ifâ etmiş olmanın bahşettiği huzurla kendi dertlerimize gömülüyoruz. Burada insanın sonradan olduğu şeyin kendi iradesinden bağımsız olduğunu savunmuyorum, bir suçlu ile empati de kurmuyorum. Oturduğum köşede ben bugüne kadar bu olanlar ve bir gün olabilecekler için hangi zahmete katlandım, nasıl bir fedakârlık yaptım onu hesap ediyorum. Her defasında ise kendi haneme, çoğalan bir utanç yazıyorum.