18 Kasım 2014 Salı

"..
Bir kelimecik de olsa ara sıra mektuplaşalım. Hiç değilse henüz hayatta olduğumuzu bilmiş oluruz. 
Allahaısmarladık,
hep sizinim.."

16 Kasım 2014 Pazar

haşiye

Senin bugün de bu satırlara rastlamayacağını umuyorum. Dağınık bir masayı toparlar gibi, ben de yazarken toparlıyorum kendimi. Yoksa yaşamanın geride bırakmak olduğunu elbet ben de biliyorum. Üstelik zamanın bir merhameti de vardı, haklısın. Hakikatte benden esirgediğini, sana bağışlamıştı. Ben hikâyeme, senin hayatında önemli bir yer tutacağım yanılgısı ile başlamıştım. Bittiğinde ise artık seni yokluğuyla rahatlatan bir kadındım.
Üzgün değilim, yanlış anlama lütfen. Demek istediğim şu ki, insanın ruhu dağılıyormuş. Bilmiyordum..
Lütfen sen de bilme. Bunca zamanın üstüne ve aramızdaki mesafenin hakikati hürmetine, ben yine de, acılarımız eşitlensin istemem.

8 Ağustos 2014 Cuma


Sevgilim, iyi haberlerle geldim. 
Bu sıkıntılı yaz günlerinde, 
görkemli bir sevinçten sade bir kedere nasıl geçilir
öğrendim. 
Ellerimden başlayan kahır, içimde emsalsiz bir hüzün
Lütfen endişe etme, 
Bir gün kırılmak deyince benim de aklıma yalnız çiçekli porselenler gelir.

Beni bağışla sevgilim, aşk ihtiyatsız bir eylemdir. 
Oysa insan ilk annesinden öğrenir: tedbir mühimdir.
Pencere önünde nane,
Yasin cüzlerinde gül kurutmak gerekir.
Kitap aralarında takvim yaprağı, sandıkta yüzyıllık geçmiş birikir.

Üzülme sevgilim, 
Bu pasif direniş, bu zarif bekleyiş,
Bu incinmek sanatı, başımıza yıkılmayan dünya, bu tutmayan dua, 
Şu çıktığım tepe, bu aşamadığım düzlük 
Kimsenin hatrı değil.
Belki birkaç yaz, birkaç kış daha kim bilir.
Lütfen telâş etme
İnsan pekâlâ yarasını sevebilir.

3 Temmuz 2014 Perşembe

Nereden başlayacağımı merak ediyorum. Her sabah evin odalarını bir bir dolaşıyorum. Pencerelerden bahis açıyorum kendime ve duvarlardan sonra. Bir kapıyla çıkıp gelmeli ve bu duvarlar bir bahçeye açılmalı diyorum. Saksılardaki çiçeklerin plastik kokusu, cahilliğin konforu ve dünyada bu denli yerli hissetmemin münasebetini düşünüyorum. Bu hangi kıyametin alâmeti kestiremiyorum. Dünyayı sanki ben uydurmuşum gibi, şu hayata bir oldu bitti gözüyle bakmalıyım diyorum kendime. Ama sorsanız kendim kim, kendim nasıl olunur, onu bile bilmiyorum. Hâdiseler insanı değiştiriyor ve insanın insanla boyuna teması kendini tanımayacak hâle getiriyor. Dünyada benim de bir yerim var evet. Ancak bu, dünyada önemli bir yer tuttuğum mânâsına gelmiyor. Sıradanlık diyorum ne müthiş bir şey ve hatırladığımda sevineceğim bir şeyi unutmak gibi kendimi iknâ etmek.

Hiç aklımda yokken bir şeyler sokuyorum aklıma. Birlikte inanacağımız bir hikâye kalmadığını ve benim kendi hikâyemde tek başıma durduğumu fark ediyorum sonra. En emin olduğumdan yanılıyorum bir kez daha. Kimseye bahsetmemek için kesin kararlar alıyorum. Bu şiddeti konuşmayarak hafifletiyorum. Hiçbir şey olmamış gibi davranarak, basit bir edatla bir hakikâti perdeliyorum esasında. Bir an arkamı dönüyorum ve bütün tanıdıklarımı hararetle konuşurken buluyorum. Bana da sesleniyorlar ve oracıkta birbirine tahammül etmenin erdemine davet ediyorlar. İyi ki birbirimiz üzerinde haklarımız var diyorum neşeyle onlara. Yoksa en sevdiklerimize nasıl hesap sorar, had bildirirdik sonra. Herkesin en büyük çabasının haklılık olduğu bu imkân kalabalığında yaşadığım dünyaya inanıyorum ve onu güzelleştirmenin mümkün olduğuna. Dünyayı bir kere daha kendimde kuruyorum. Dönüp tepeden tırnağa süzüyorum. Ancak eskisiyle arasında bir ayrılık göremiyorum.

Çok sevdiğim birinin ya da bir şeyin hatırasına koşayım diyorum. Gözümün gördüğü yere erişeceğimi sanıyorum. Daha ilk adımda ayağıma mesafeler takılıyor. Uzaklık boşa değil artık biliyorum, insan özleyerek terbiye oluyor. Aklıma annem ve babam geliyor. Dünyanın sevinçleri daha bir sevinç oluyor, hüzünleri daha bir hüzün. Gidiyorum bir bir sarılıyorum. Ertesi gün dönmek gitmekten sayılmıyor.

Canım çok sıkılıyor.Odadaki eşyaların yerini değiştiriyorum. Böyle radikal kararları ben hep bu mevsimde alıyorum. Bir yerden, yeniden başlamayı o kadar sevmiyorum ki, bir şeyin sona ermesini son ana kadar erteliyorum. Bir güne sabahtan akşama kadar veda ediyorum. Nasıl olduğumu düşünmeden iyiyim deyip geçiştiriyorum tüm soruları. Bu beceriksiz dili kime borçluyum bilmiyorum. Hiçbir hatıramı ağırlamıyorum artık ve içimin en geniş yerine içimi sığdırabiliyoruım. Yalnızlığa tenezzül etmeden tek başına olma hâlinde ısrar ediyorum. Oturup aynanın karşısına gıyabımda kendimden bahsediyorum. Mevzu bana gelince, benim hiçbir yere gidemeyişim ve bir yerde kalamayışıma, sözcükler tükeniyor. Bir yere ve bir zamana ait olamayışım tüm kusurlarımı gözler önüne seriyor. Utanmıyorum. Bir gün eğer okursanız bu satırları, yalnızca beni bağışlayacağınızı umuyorum.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

hıdrellez


Binboğalar Efsanesi'nde Yaşar Kemal der ki; 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece, İlyas Peygamber ile Hızır, gökyüzünde kayan iki yıldız şeklinde, iki ayrı yönden gelip birleşirler ve yeryüzüne inerler. O birleşme anında tüm akarsular durur ve bir anlığına tüm börtü böcek sessizliğe bürünür. O birleşme anını sadece yüreğinde kötülük, içinde fesat olmayanlar fark edebilir ve buna tanık olan ne dilerse o, Allah'ın izniyle gerçek olur.