22 Ekim 2016 Cumartesi

üzgünlük bahsi

İnsan bir pencere de göğsüne açmak istiyor. Bir dağı kucakladım. Bir nehre su verdim. Bir yokuşu düzlüğe, bir kapıyı eşiğe eriştirdim. Dünya denilen bu modası geçmiş yerde, kendime ömür denilen bir elbise biçtim. Yaşımla ölçtüm zamanı. Hiç yoktan vardım. Her sabah nasıl olsa uyanacağım diye, her gece kesinlikle uyumalıydım.

İnsan aldığı nefes göğe kavuşsun istiyor. Bir endişeyi besledim. Bir acıyı kavradım. Bir sabırdan biraz tahammül, bir rüyadan biraz hâtırâ ayırdım. Her kitaptan bir kahraman, her şarkıdan bir düş çıkardım. Birkaç sözcük aralamalı, bir mânâya biraz genişlik katmalıydım. Bilmediğim o dili bir gün söker miyim diye, her gün her gece yeniden okumalıydım.

İnsan hastalığı ve hayal kırıklığını ayaküstü atlatmak istiyor. Bir kırgınlık terk ettim. Bir ayrılığı mağlup ettim. Bir yalnızlık bağışladım, ummadığım bir yenilgiyi karşıladım. Bulamamak pahasına aradım, unutmak pahasına hatırladım. Kederi bir misafir gibi ağırladım, neşeyi başımdan savdım. Dert denilen bu sonsuz sermaye hiç tükenmesin diye, ben seni sevmeye her gün yeniden, yeniden başladım.



27 Şubat 2016 Cumartesi

Meseleyi bir çözüme kavuşturamadım, ama bu defa adını koyuyorum. Kendimle girdiğim bu göğüs göğüse harpten, ben yine mağlup ayrılıyorum. Bir koşulu ya da vaziyeti değiştiremeyeceğini bilmek, insana kırgın bir rehavet veriyor. Ümitsizliğin bu emniyet hissini nasıl verebildiğini, insanın bir yenilgiden böyle coşkuyla nasıl dönebileceğini kendime bir türlü izah edemiyorum. Kendime bile söyleyemediğim bu sırrı bir gün açık edersem diye, hazırda bekletilen bir dikiş kutusu gibi, ağız denilen sonsuz bir yarayı dikiyorum. Gözyaşına teselli olan bir mendili, ayrılıktan bağışlayıp da ipeğe kavuşturamıyorum. Birinin yalnızca nasılsın demesi bile kalbimi paramparça etmeye yetiyor. Üzülüyorum. Hem çok üzülüyorum. Bir türlü teskin olmayan bu kederi, bir oyuk gibi her gün göğsüme işliyorum.