Kuyu dolana kadar, dolup taşana kadar bekle,
Yeni bir şey yazma, yazmaya çalışma. Daha önce yazdıklarına bakabilirsin, Onların saçlarını tarayabilirsin, Tüylerini yakabilir, yüzlerine bir kat boya Bir kat hüzün daha atabilirsin; Yeni kuyular açma, bu kuyu işini görür; Huş ağacının altında otur Cinlerinin başını okşa, bitlerini ayıkla. Senden de, babandan da yaşlı, Senden de babandan da bizanslı Kargalarla konuş; Süleyman’ın neşidelerini meşk et onlardan. Yalnızlığına kendini ekip çöle çevirme onu, Son çare, Tanrıyı ek, onun boncuklu kelimelerini, Göğün ve cazın ırmaklarını geçir içinden Bağa bahçeye çevir onu komşular için, Yolcular için, yoksullar için, Ağaçlarını buda, çitlerini onar, Ama kapısını sök at yalnızlığının. Bol bol uyu kıyısında şu ırmağın, bu ırmağın, Hangisi alıp götürüyorsa rüyalara seni; Ne yap yap rüya gör, bol bol rüya; Rüyalarında yitir kendini. Rüya göremiyorsan, otur şu ağacın Ya da bu ağacın altında, rüya tasarla Hangisinin kökleri göğe uzanıyorsa. Yine de daralırsa için, Yine de sığmazsa kafan evlere, kafelere, Kuyunu sırtına vur kırlara açıl, Dağlara tırman; Yürürken kitap okuma ama, Bir meleğe çarparsın sonra, Bir ağaca, bir taşa, Bir başka ‘yürürken kitap okuyan adam’a, Kurt kuş güler sonra sana Ve okuyup okuyup gülmelerine, Ağlamalarına, Dağa taşa yazı yazmayı bırak, Göğe kuyu kazmayı bırak, Kendi kendine konuşmayı da; Son çare Tanrıyla konuş, Tanrının rüzgârlara, yağmurlara Ve yalnızlara öğrettiği kelimelerle. |
* Cahit Koytak |
29 Eylül 2015 Salı
sol elle yazılanlar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)