"Giderek daha az evindesin."
Bizim evde pencereler yalnız bahçelere değil dağlara ve ağır ağır tırmanan dar bir vadiye bakar. Yağmur yağınca uzaktan çam, arklardan yarpuz kokusu yetişir. Böyle havalarda omuz omuza vermiş yağmurlu tepelere bakarak hayaller kurarız. Bazen vadi düşümüzde bile geçit vermez bize. Çamurlu bir sıkıntı kaplar içimizi. Sonra bahar gelir. O sıkıntılar da geçer. İlkin çiğdemler başını çıkarır topraktan. Nergisler, sümbüller hafif bir rüzgâr gördü mü hemen kokularını yayarlar fark edilmek için. Kadınlar maya tutmaya kırlara çıkarlar. Elbiselerinin üzerinden bellerine bağladıkları önlüklere topladıkları kırk türlü ot, gelecek kış geçimlerini temin edecekleri mahsulün ilk harcı olduğu kadar tazelenen hayat gailesinin de habercisidir. Gelin tacı, hırpkesen, guba, tutuya, çakır dikeni, bağ yaprağı, Mustafa çiçeği, kekik, papatya tekmili birden yeniden başlamanın nişanesidir. Geçen güzden kalan o çamurlu sıkıntı, tekrar dönmek üzere gelecek güze ertelenmiştir. O yüzden güz, önceki sıkıntıların devr-i dâimidir.